GÜNDEM ANAYASA DEĞİŞİKLİĞİ

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın “Belki de şimdi Türkiye'nin yeni bir Anayasa’yı tartışma vakti gelmiştir” sözlerinin ardından planlanan yeni anayasa değişikliği üzerine birtakım tartışmalar karşımıza çıkmıştır. Dünya geneline bakıldığı zaman ülkeler bazında kabul edilmiş anayasaların ortalama ömrünün on dokuz yıl olduğunu görülmektedir. 1946-2012 yılları arasında dünya üzerindeki 186 ülke tarafından 751 tane Anayasa’nın kabul edildiği görülmektedir. Türkiye’de hala kullanılmakta olan 1982 Anayasa’sında günümüze kadar on dokuz kez düzenleme yapıldığı görülmektedir. Değiştirilemez ilk dört maddesi haricinde birçok maddesinin düzenlendiği görülmektedir. Türkiye gibi sık anayasa değişikliği yapmakta olan bir diğer ülke olarak Almanya karşımıza çıkmaktadır. Almanya’da 2006-2021 yılları arasında anayasalarının 68 maddesinde değişiklikler olduğu görülmektedir.

1982 Anayasası günümüze kadar on dokuz kez değiştiği görülmektedir. Bu değişimlerde temel hak ve özgürlüklerin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nde olduğu gibi düzenlendiği 1995 ve 2001 Anayasa değişikliklerinin en önemlileri olduğu düşünülmektedir.

2010 ve 2017 yılında Anayasa’da çok önemli değişiklikler yapılmıştır. 2007 yılında yapılan değişiklikte cumhurbaşkanının halkın seçimine bırakılması parlamenter demokrasinin temelindeki düşünce yapısının sarsılmasına neden olmuştur. 2017 Anayasa değişikliğiyle birlikte benimsenen kuvvetler ayrılığının yok olduğu, yürütmenin yasamaya hâkim olduğu ve kişiselleşmiş bir iktidar yapısına dönüştüğü düşünülmektedir. 2010 ve 2017 de yapılan Anayasa değişiklikleriyle oluşturulan Hakimler Savcılar Kurulu yargı bağımsızlığına olumlu katkı sağlamadığı ve yargıya olan güvenin sarsılmasına neden olduğu söylenmektedir.

Anayasa üzerine birçok çalışması olan profesör, doçent alanında uzman kişiler genel olarak mevcut olan anayasanın tam anlamıyla uygulanması gerektiğini düşünmektedirler. Yargı bağımsızlığı sağlanması gerekmektedir. Yürütme organının AYM ve HSK üzerindeki etkisinin giderilmesi gerekmektedir. AYM ve AİHM’nin ihlal kararlarında belirtilen yasal eksiklik ve belirsizliklerin giderilmesi, Anayasa değişikliği gerektirmeksizin temel hak ve özgürlüklerin güvence altına alınmasını sağlayacaktır.

Anayasa değişikliği yapılması için en az 200 milletvekilinin teklifte bulunması gerekmekte iken, teklif edilen değişikliğin kabul edilmesi için ise; en az 360 milletvekilinin kabul oyu vermesi gerekmektedir. Şu anda Cumhur İttifakı’nın tarafları olan partilerinin (AK Parti, MHP ve BBP) meclisteki üye sayısı 338’dir. Dolayısıyla bir teklifte bulunabilirler. Fakat bu teklif, Millet İttifakı milletvekillerinin desteği olmadan kabul edilemez. Yani yanlarına büyük siyasi partilerden birini daha almaları gerekir.

Cumhur İttifakı, en azından HDP (56 milletvekilleri vardır) veya İyi Parti’den (37 milletvekilleri vardır) birinin desteğini almak zorundadır. Bu olasılıklardan birinde, anayasa değişikliği kabul edilebilir ama halkoylamasının yapılması zorunludur. Çünkü anayasa, 360 ila 400 milletvekili arasında kabul oyu almış değişiklikler için halkoylamasını zorunlu kılmaktadır. Halkoylamasına gitmeden yapılacak bir anayasa değişikliği için 400'den fazla oy gerekir. Yani ya bu iki partinin, yani HDP ve İyi Partinin aynı anda veya CHP’nin (138 milletvekilleri vardır) desteği olmalıdır. Sonuç olarak, Anayasa’nın 175’inci maddesinde öngörülen kurallar uyarınca, Millet İttifakı böyle bir teklif sunabilir ama başka partilerin desteği olmadan değişikliği kabul ettiremez. Anayasa yapım süreci, anayasanın kendisi kadar önemlidir. Ortaya çıkan Anayasa’nın herkes tarafından benimsenmesi için halkın katılımı gerekmektedir.

Eski TBMM Başkanı Cemil Çiçek’in 2010 yılındaki daveti üzerine yeni anayasa hazırlıklarına başlanmıştı. TBMM’deki tüm siyasi partilerin temsilcilerinden oluşan Anayasa Uzlaşma Komisyonu, üzerinde bazı çekincelere rağmen 70 madde üzerinde uzlaşmaya varabilmişti. Tüm siyasi partilerin bu uzlaşması önemli bir uzlaşmaydı. Bu maddelerin çoğu temel hak ve özgürlükleri genişletici boyutta olan bir uzlaşı olarak karşımıza çıkmaktaydı. Bunlar içerisinde tutuklama ile ilgili, basın özgürlüğü, ifade özgürlüğü, toplantı ve gösteri yürüyüşü konusunda uzlaşılar bulunmaktaydı. Devletin yapısı ile ilgili bölümde daha az maddede uzlaşı varken Hakimler ve Savcılar Kurulu ile ilgili iki ayrı kurulun bulunması bakanların bunların içerisinde bulunmaması gibi önemli bir uzlaşı bulunmaktaydı. Ama AKP’nin cumhurbaşkanlığı rejimi önerisiyle ters düştüğü için bu görüşme reddedilmiştir. Çalışma usullerinin belirtildiği belgede en az üç toplantıya katılmayan siyasi partinin toplantıdan çekilmiş sayılacağı yazmaktaydı. CHP, HDP ve MHP’nin katıldığı üç toplantıya AKP’nin katılmadığı görülmektedir. TBMM Başkanı Cemil Çiçek bu nedenle komisyonu 2013 Kasım ayında sonlandırmıştır.

Türkiye’nin ekonomik, siyasi, hukukî tüm sorunlarının derinleşmesindeki temel faktörün Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi olduğu düşünülmektedir. Bu sistem, yasama, yürütme ve yargı yetkilerini tek bir kişinin elinde toplayarak demokratik kurumların zaafa uğradığı ve hukuk devleti güvencelerini yok ettiği görülmektedir. Oysa hukuk devleti, demokrasinin vazgeçilmez unsurudur. Bu ilke, bireyin onurunu, varlığını, hak ve özgürlüklerini korumak amacıyla devlet otoritesini hukukla sınırlamayı sağlar. Böylece herkesin geleceğe güvenle bakabildiği bir ortamı yaratır."

Ülkede AYM ve İHAM kararlarına direniliyor; toplanma özgürlüğü ve ifade özgürlüğüne gereken hassasiyet gösterilmemektedir. Yani anayasadaki temel hakların hemen hepsi işlevsiz hâle gelmiş bulunmaktadır. Bu nedenle aslında Anayasa’nın değiştirilmesi değil fiilen yürürlüğe koyulması gerekmektedir. Yaşanan durumlara bakıldığı zaman Anayasa’nın kağıt üzerinde var olduğu halde realist açıdan uygulayabildiğini söylemek çok mümkün görünmemektedir.

Öncelikle Can Dündar’ın yargılamasındaki AYM kararı dikkate alınmalı, Enis Berberoğlu’nun milletvekilliğini kazanması, Selahattin Demirtaş ve Osman Kavala’nın AİHM kararı dikkate alınarak tahliyesinin sağlanmasıyla Anayasa’nın realist açıdan uygulandığını söyleyebiliriz. Herkes için bağlayıcı olan yargı kararlarının uygulanması gerekmektedir. Dolayısıyla AİHM kararlarının uygulanmaması Türkiye’nin Avrupa Konseyi’nden çıkarılmasına da neden olabilecektir.

Türkiye 2016’dan bu yana hukuka aykırı birçok olaya şahitlik etmek durumunda kalmıştır. Bu durum insanlarda belirsizlik ve güvensizliğe neden olmuştur. Hukuksuzluğun ülkeye yapılacak yeni yatırımların yapılmamasına, yerli ve yabancı sermayenin önünde belirleyici bir engel olmasıyla işsizlik ve yoksulluğa neden olduğu görülmektedir. Türkiye’nin bu durumlardan kurtulması için Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemini terk ederek kuvvetler ayrılığı esasına dayanan, yargının bağımsızlığının temin edildiği, hukuk devleti güvencelerinin güçlendirildiği parlâmenter sistemi kabul etmesi gerekmektedir. Bu sağlanabilirse Türkiye’ye demokratik bir yapıya kavuşmuş olacaktır.

Adaletsizlik medeniyeti mahveder. İbn-i Haldun

Av. Begüm GÜREL & Hukuk Fakültesi Öğrencisi Şeyma Üstündağ

YORUM EKLE